
Bu tip kişiler gün boyu en ağır şartlar altındaki hastalarla iç içe yaşadıkları için hastaların tüm sorunlarına alışmışlardır. Hatta vicdani yönden iyice körelmiş olan bir kısmı, şefkat ve merhametle yardım etmek yerine sakin ve umursuz bir tavırla hastaları bekletmeyi, anlayışsız davranmayı ve hatta azarlamayı bile olağan tavırlar haline getirmiştir. Böyle kişiler, hastaların çoğunun hasta psikolojisiyle hareket ettiklerini ve durumlarını abarttıklarını düşünmekte ve kendilerinden talep edilen yardımı esirgeyebilmektedir.
Acizlik içerisindeki hastaların kendilerine muhtaç olduğunu bilmeleri cahiliye karakterindeki kimi hemşireleri kibirli bir tavra yöneltir. Hastalara karşı üstten bakan, onları küçümseyen ve hatta bazen de aşağılayan bir tavır gösterirler. Çünkü kendileri muhtaç olunan insan konumundadırlar. Onlara göre bu kadar 'önemli insanların' sıradan insanlara karşı olan tavırları da doğal olarak kibirli ve ters olmalıdır.
Bu kötü ahlakı yaşayan kimselerin birbirlerine karşı olan tavırları da hastalara olan tavırlarından pek farklı değildir. Herkese bulunduğu mevkiye göre davranırlar. Söz gelimi başhemşireye çok saygı gösterirken, diğer hemşireleri küçümserler.
Cahiliye ahlakını yaşayan bazı ev kadınlarının fikirleri nasıl evin dört duvarı arasına sıkışıp kalmışsa, bir kısım hemşireler de aynı karakterle hastane sınırlarına sıkışıp kalmışlardır. Bu dünya içerisinde kendilerini gözlerinde çok büyütür ve kibire kapılırlar. İnsanlara şifa dağıtanın kendileri olduğunu zanneder, sadece bir vesile olduklarını düşünmezler. Halbuki hasta yatağına yattıklarında kendilerine şifa veremediklerine, zararı engelleyemediklerine kendileri de açıkça şahit olurlar. Ama yine de çoğu bu batıl inançlarından vazgeçmezler. Allah bir ayetinde Kendisi'nden başka hiç kimsenin zarar veya yarar vermeye güç yetiremeyeceğini şöyle bildirir:
Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer Suresi, 38)
Allah insanlara yalnızca Kendisi'ne güvenmeleri gerektiğini bildirmiştir. Daha önce Hz. İbrahim'in Kuran'da bildirilen duasında gördüğümüz gibi, müminler yalnızca Allah'a güvenip, yardımı yalnızca O'ndan bekleyen insanlardır. Allah'ın yarattığı bir yararı ya da zararı yine O'ndan başka engelleyebilecek bir güç olmadığına gönülden iman ederler. Dünyadaki tüm ilaçların, doktorların, hemşirelerin ya da uygulanan tüm tedavilerin Allah'ın insanlara şifa vermek için yarattığı vesileler olduğunu unutmazlar.
ESNAF KARAKTERİ
Toplumda çalışan kesimin büyük bir bölümü esnaf adı altında sınıflandırılır. Mağaza sahiplerinden küçük tüccarlara, tezgahtarlardan sokak satıcılarına kadar pek çok meslek esnaf tanımına dahildir. Cahiliye ahlakının yaşandığı toplumlarda, esnaf olarak nitelendirilen kimselerin de pek çok meslek grubu gibi kendine has bazı özellikleri vardır.
Pek çok cahiliye karakterinde olduğu gibi cahiliyenin esnaf karakterine yön veren en önemli etken de yine maddi değerlerdir. Daha çok toplumun orta halli kesiminden gelen bu insanların büyük bir çoğunluğu, cahiliye ahlakını yaşadıkları ve Kuran'a uymadıkları için, para kazanmak uğruna her türlü şekle girebilen bir karakter geliştirmişlerdir. Çünkü toplumda yer edinebilmeleri ve saygın bir sıfat kazanabilmeleri ancak zengin olmalarıyla mümkün olur. Zira cahiliye toplumunda kişinin ahlakından, mesleğinden ya da kariyerinden önce gelen en önemli kriter zenginliğidir. Maddi bir güç söz konusu olduğunda kişinin ne cehaleti, ne görgüsüzlüğü, ne de dış görünümü sorun oluşturur. Maddi güç, her zaman, her türlü imkanın kapısını açabilir.
Bu nedenle cahiliye kriterlerine göre yaşayan esnaf kişilerin çoğu, iyi para kazanmanın yollarını arar ve tüm dünyaları da bundan ibaret hale gelir. Bir insanın maddi kazancının iyi olması için gayret göstermesinde hiçbir mahsur yoktur elbette. Ancak, bir kimsenin bunu yaparken malın ve zenginliğin gerçek sahibinin Allah olduğunu, Allah'ın dilediğini zengin dilediğini fakir kıldığını ve bunda birçok hikmet olduğunu unutmaması gerekir. Ganiy (çok zengin, herşeyden müstağni) olan Rabbimiz Allah'ın verdiğinden razı olması, Allah'ın hoşnutluğu ve rızası için zenginliği talep etmesi ve Allah'ın lütfu olan malı yine Allah yolunda en iyi şekilde değerlendirmesi gerekir. Bu şekilde olmadığında ise, çok bencil ve çıkarcı bir karakter gelişebilir. Bu nedenle cahiliyedeki esnaf karakterindeki pek çok kişinin büyük ideallere sahip, insani yönü güçlü bir birey olmak gibi hedefleri yoktur; en büyük amaçları zengin olup dünyaya yönelik çıkarlar elde etmektir. Genellikle menfaatçi bir karakter geliştirirler. İnsanlardan ne kadar çıkar elde ederlerse kendilerini o kadar kurnaz görürler.
Bu hırsın bir sonucu olarak kimi insanlarca dolandırıcılık, sahtekarlık bu mesleğin doğal yönlerinden biri olarak görülür. Elbette bu kesim içerisinde İslam ahlakını benimseyen, Kuran ahlakına uygun davranan ve her zaman dürüst olan insanlar da vardır. Bu mesleği uygulayan insanların mutlaka dürüstlükten taviz vermeleri gerekmemektedir. Burada söz edilen dolandırıcılık, sahtekarlık din ahlakından uzak cahiliye sisteminin sonuçlarıdır. Söz gelimi cahiliye toplumunda ticaretle uğraşan kişilerin bir kısmı ellerindeki hasarlı eşyaları hiç tereddüt etmeden sağlammış gibi satabilirler. Bundan en ufak bir vicdan azabı duymadıkları gibi bir kısmı da kendilerine asıl olarak bunu meslek edinmişlerdir. Defolu eşya alır ve bunu sağlam fiyatına müşterilerine satarlar. Bu kimselerin yaptığı bu işe aynı civardaki tüm esnaf şahit olur ama genellikle hiçbiri karşı çıkmaz. Çünkü söz konusu kişilere göre bunlar ticaret hayatının gereğidir. Müşteri kavramı, bu insanların bir kısmına, kandırılacak ve üzerinden para kazanılacak kimseleri ifade eder. Oysa Allah tüm insanlara ticarette adil bir tutum sergilemelerini, insanları aldatmamalarını emretmiştir:
Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir. (İsra Suresi, 35)
(Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır."… (Sad Suresi, 24)
Tarih boyunca tüm cahiliye toplumlarında Allah'ın bu emirlerine uymayan, adaletsizlik yapmakta, insanları kandırmakta ısrarlı bir tutum sergileyen insanlar olmuştur. Allah elçileri vasıtasıyla bu insanları uyarmıştır. Hz. Şuayb'ın kavmine bu konuda yaptığı uyarılar Kuran'da şöyle haber verilir:
Medyen (halkına da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın; gerçekten sizi bir 'bolluk ve refah (hayır)' içinde görüyorum. Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum." "Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." "Eğer müminseniz, Allah'ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim." (Hud Suresi, 84-86)
Ancak genelde cahiliye toplumlarında insanlar, sahip oldukları çirkin ahlak sebebiyle bu uyarıları dinlememiş ve bundan dolayı da hem dünyada bir sıkıntı ile karşılaşmışlardır, hem de ahirette bunların hesabını mutlaka vereceklerdir. Cahiliye toplumunda bu karakteri taşıyan insanlar menfaat elde etmek için gerektiğinde basit tavırlar göstermekten de çekinmezler. Cahiliyenin bu çarpık mantığını tezgahtar olarak çalışan bir kısım insanlarda da görmek mümkündür. Cahiliye toplumuna ayak uydurmuş olan bu kişiler, müşterilerine bir eşya satabilmek için her türlü yolu denerler. Yakışmadığı çok açık olan bir giysinin yakıştığını ispatlamak için olmadık yalanlar söyler, uzun uzun dil dökerler.
Bu tip kişilerin toplumda en çok saygı duydukları kimseler ise zengin insanlardır. Onların her türlü işini yapmayı kendilerince büyük bir fırsat olarak görürler.
Cahiliye toplumunun büyük bölümü gibi bu insanların da bir kısmı İslam dinini tanır ve Allah'ın koyduğu emir ve yasakları oldukça iyi bilirler. Ancak buna rağmen sırf dünya hayatından çıkar elde etmek amacıyla bu emir ve yasakların birçoğuna uymazlar.
Bunun yanında para kazanmak için son derece hırslı bir karakter gösteren, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bu insanlar, kendilerini yaratan ve sahip oldukları herşeyi veren Allah'ın emirlerini yerine getirme konusunda son derece tutuk ve isteksiz davranırlar. Allah bu karakterdeki kişileri ve aynı zamanda da tüm insanları dünyaya bu kadar kapılıp ahireti unutmamaları konusunda pek çok ayeti ile uyarmıştır:
Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
İşte müminlerin farkı ve Allah Katındaki üstünlükleri de buradadır. Onlar da gerektiğinde günlerinin büyük bölümünü çalışarak, para kazanmak amacıyla geçirebilirler. Ancak onlar iyi bir kazanç elde etmeyi, Allah'ın rızasını kazanabilmek, O'nun hoşnut olacağı harcamalarda bulunabilmek amacıyla isterler. Ayrıca yaptıkları iş ne olursa olsun, hiçbir zaman için Allah'ı zikretmeyi ve ahireti düşünmeyi unutmazlar. Allah'ın emri gereği, insanlara asla haksızlık, adaletsizlik yapmaz, hiç kimsenin hakkını ihlal etmezler. Allah bu güzel ahlaklı insanları Kuran'da şöyle tanıtmıştır:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
MEMUR KARAKTERİ

İşte bu düşünceleri nedeniyle cahiliye ahlakına sahip olan memurların büyük çoğunluğu çevrelerine karşı umursuz bir karakter geliştirir. Sadece kendilerine verilen işi yapar ve bunun dışında birşey istendiğinde ya hiç ilgilenmez ya da bir başkasına yönlendirirler.
İşyerlerine gelip kendilerine bir soru soran kişinin yüzüne ya hiç bakmaz ya da bakıp hiç cevap vermeden başlarını aşağıya doğru indirir ve işlerine devam ederler. Karşılarındaki kişiyi mağdur durumda bırakmaktan hiç sıkıntı duymazlar. Cahiliye ahlakındaki memurların bu baştan savma ve geçiştirici tavırları artık tüm toplumun neredeyse ezberlediği bir manzaradır. Karşılarındaki kimselere değer vermez ve sırf kendi rahatları için gerekirse onları sebepsiz yere saatlerce kuyruklarda bekletebilir ya da masa masa dolaştırabilirler. Umursuzlukları nedeniyle insani yönlerinin pek çoğu körelmiştir.
Halden anlamak, ince düşünmek, nezaket ya da hoşgörü göstermek için bir gerekçe göremezler. Bu tavırları gösterseler de göstermeseler de nasıl olsa maaşlarını alacaklardır. Ve karşılarındaki insanı da bir daha görmeyeceklerdir zaten. Bu nedenle herşeyleri mekanikleşmiştir. Az konuşur, az güler, az düşünür ve sadece ellerine verilen işi yaparlar. Oysa Allah'ın emrettiği ahlakı yaşayan insanların böyle tavırlar göstermeleri mümkün değildir. Onlar diğer insanlara karşı her durumda saygılı, ilgili ve nezaketli bir tavır gösterir. Zor durumda kalan kişilere ellerinden geldiğince yardım eder, o an yardım edebilecek bir imkanları olmasa bile en azından güzel bir sözle karşılık verirler.
Burada tarif edilen memur karakterine sahip kişilerin bir başka özellikleri de her yönleriyle klasikleşmiş, yani hep aynı tavırları gösteren, olaylar karşısında belirli tepkiler veren kişiler olmalarıdır. Günlük hayatlarının akışı, görüştükleri insanlar, konuştukları konular, alışkanlıkları, zevkleri tamamen bu klasik yapının etkisi altındadır. Halen gençliklerinde moda olan tarzda giyinir, aynı saç stillerini uygularlar. Yeniliklere tamamen kapalı bir karakterleri vardır. Hiçbir konuda yerleşik olan düzenlerini bozmak istemezler. Onları, yapacakları yeniliğin eskisinden daha güzel olacağına ikna etmek mümkün olmaz. Her işlerini modası geçmiş aletlerle ve modası geçmiş yöntemlerle yapar, saatlerce uğraşır ve vakit kaybederler. Ama yine de alıştıkları stilden vazgeçmezler.
Tüm bu anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi cahiliye ahlakının memur karakterini yaşayan insanların büyük kısmı hem ahlak yapılarında hem de sosyal yaşantılarında tembel ve üşengeç bir tavır sergilerler. Çıkar sağlayacaklarını düşündükleri bir olay olmadığı sürece de bu yapılarından ödün vermezler. Konunun başında da açıklandığı gibi bir çıkar söz konusu olmadığında yaptıklarının boşa gideceğine inanırlar. Oysa memurluk, bir hizmet mesleğidir. İslam ahlakını yaşayan bir memur bir iş için gelen kişilere çok güzel tavırlar göstererek hizmet eder. Asla onları sıkıntıya sokacak, boş yere vakitlerini alacak şekilde davranmaz. Çünkü, insanın iyilikten ve güzel ahlaktan yana yaptığı hiçbir şeyin boşa gitmeyeceğini bilir. Yaptığı her işi Allah'ın rızasını kazanmak, Allah'ın beğendiği ahlakı en fazlasıyla yaşamak niyetiyle bir ibadet olarak yerine getirir. Güzel davranışlarının hepsi hesap gününde ortaya konmak üzere Allah'ın Katında bir kitaptadır.
Kuran'da Hz. Lokman'ın oğluna bu konuyu şöyle hatırlattığı bildirilmiştir:
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
Yine Allah'ın bu konuyu hatırlattığı ayetlerden bazıları ise şöyledir:
De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)
... Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)
Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve Kendi yanından pek büyük bir ecir verir. (Nisa Suresi, 40)
Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Enam Suresi, 160)
Elbette güzel tavırlarda bulunmak için insanın çaba harcaması ve emek vermesi gerekecektir, ama alınacak karşılık ayetlerden de anlaşılacağı gibi, güzellikle geçen bir yaşam, sonsuz bir cennet hayatı ve daha da önemlisi Allah'ın rızası olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder